Doğa Korumaya Adanmış Bir Ömür: Tansu Gürpınar

Kategori: Kuşlar
Etiketler:

Fotoğraf: Mahmut Koyaş

Anadolu, yabancı dillerde Küçük Asya. Eski dünya kıtaları üzerindeki en büyük kuş göçlerinin gerçekleştiği yer. Genç doğa korumacılarının nasıl bir coğrafyada yaşadıklarını bilmeleri ne kadar önemliyse, yürekli olmaları da o kadar önemli.

Seferihisar’ın Orhanlı Köyü’ndeyiz. Tansu Gürpınar, Doğa Okulu’nun düzenlediği ve Anadolu’nun dört bir yanından gelen katılımcılarla renklenen Kuş Okulu’nda bizlerle beraber. Bizi can kulağıyla dinliyor, Tansu Bey, kendisine bizlerle beraber olduğu için teşekkür edip heyecanla sorularımı sormaya başlıyorum:

Doğaya olan ilginiz ne zaman başladı?

Ordu’da altına kayık çekilen, kemerli, deniz üstünde bir evimiz vardı. Ne zaman pencereden baksam yunusların atladığı, sonsuz bir Karadeniz ufkuna nazır geçti çocukluğum. Benim için deniz ve yunus bir bütündü. O tarihlerde şimdiki gibi plastikler, tarif yoktu. İnsanlar çok iyiydi. Ordu’da yaşadığımız dönemlerde bir adli vaka duymadım.
O zamanlar sekiz kişilik bir arkadaş grubumuz vardı. Çete derdik kendimize. Doğayla iç içeydik. Havanın durumunu kuşlardan anlardık.

Nasıl yani? Kuşlara bakıp hava durumunu mu tahmin ediyordunuz?

Evet. Mesela kışın serçeler yerde yemlenmeye başladığında onu gören arkadaş kar yağacak diye bağırmaya başlardı ve akşama kalmaz kar başlardı. Yazın da kırlangıçlar çok alçaktan uçunca yağmur yağacak demek. Alçaktan uçan kırlangıçlar görürsek oyunu bırakıp eve giderdik hepimiz.

Harikaymış! Sonra ne oldu? “Çeteniz” dağıldı mı?

Hayır. Aynı çete beraber Samsun’da liseye başladık. Bisiklet üstünde, kütüphanede; keşiflerle, araştırmalarla geçti lise yıllarımız da.

Peki, üniversite yıllarınız nasıl geçti? Sizi tanıdığım kadarıyla üniversitede önce tıp fakültesi kazanmışsınız fakat bırakıp fen fakültesinde botanik, zooloji ve jeoloji eğitimi almışsınız. Size bu tercihi yaptıran neydi?

İlk sınıfta ortak dersimiz vardı. Fen fakültesinde hoca öğrenci ilişkileri daha çekici geldi bana. Bir sınava daha girip, zooloji, botanik ve jeoloji konularının ortak okutulduğu tabii bilimlerin öğrencisi olmaya hak kazandım.

Üniversiteden sonra ne yaptınız?

Pek çok tabii bilimler mezununun yaptığı gibi Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü’ne (MTA) iş başvurusu yaptım. Başvurum kabul de edildi. Yalnız o zamanlar bir arkadaşım Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nün seminerine davet etti beni. “Sen doğayı seviyorsun gel birlikte gidelim.” dedi. Beraber gittik. Üç dört milli park vardı o zamanlar. Onlara ek olarak seminerde Cilo Sad Dağları’nı milli parklar listesine almayı teklif ettikler. Ben de askerliğimi orada yapmıştım. O zamanlar Zekayi Bayer, Milli Parklar Genel Müdürlüğü Daire Başkanı’ydı. Türkiye’de milli parklar sistemini kuran kişiydi. Ona gittim: “Benim Hakkari Cilo Sad Dağları’nda fotoğraflarım var. Orayı da biliyorum, ister misiniz size bir sunuş yapayım?” dedim. Kabul ettiler. Sunumdan sonra Zekai Bayer bana, “Ne iş yapıyorsun sen?” diye sordu. Ben de “Bir iş yapmıyorum fakat MTA’da işe başlayacağım.” dedim. “Ne işin var senin MTA’da. Sen tam Milli Parklar Genel Müdürlüğü’ne göre adamsın gel benimle çalış.” dedi. Ben de kendime şu soruyu sordum: “Bir canlı için bilgi üretmek mi, yoksa o canlının yaşaması için çalışmak mı?”

Ardından Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nde görev almışsınız ve uzun bir dönem bakanlıklarda çalışmışsınız. Bu dönemden bahseder misiniz?

Bana o canlıların yaşaması için katkıda bulunmak daha cazip geldi ve de hiç pişman olmadım. Yalnız benim çok büyük bir şansım vardı. Hep çok iyi insanlarla çalıştım. Gerçekten insana kendini şanslı hissettiren karakterde kişilerdi. Beraber dava arkadaşlığı yaptık.

Göreve başladığım yıllarda fen fakültesi dergisinde Anadolu’da alageyiklerin yok olduğu yazıyordu. Uzun süre çalıştıktan sonra Antalya’da yedi alageyiğin hala yaşadığını gördük. Orman İşletme Müdürlüğü’ne gittik, koruma memurlarıyla beraber çalıştık. Bölgede bir ara alageyik sayısı sekiz yüz küsurlara kadar yükseldi. Sonradan gizli gizli av yaptırmaya başladılar oralarda. Şimdilerde yüze kadar düştü sayıları alageyiklerin.

O zamanlar elimizde sadece iki yasa vardı. Birçok tür ve alan elimizden giderken bu kanunlara dayanarak çoğunu kurtardık.

Türkiye’de Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nün durumunu şimdi nasıl görüyorsunuz?

Bugün personel sayısı benim çalıştığım dönemle karşılaştırılamayacak kadar yüksek. Her birimde yeteri kadar arkadaş var ve bunların çoğu da iyi eğitim almış bilgili kişiler. Fakat genelde yaklaşım, politikalar falan bütün iyi yasalara rağmen olması gerektiği şekilde değil. Biz, dediğim gibi, elimizde hemen hemen hiç yasa yokken, nesli tehlikede olan bütün canlılara sahip çıkmaya çalıştık. Bir yandan da yeni milli parkların ilanı için çalışıyorduk.

Sizlerin çalışmaları sayesinde bugünkü durum çok daha iyi. Tansu Bey, Anadolu coğrafyasında kuş gözlemciliği yapan ilk nesildensiniz. Rica etsem bir de Türkiye’de kuşçuluğun tarihine kısaca değinebilir misiniz acaba?

Tabii. Yalnız kuşçuluk tarihi ilk kiminle başladı bilmiyorum ama Anadolu’da kuşlarla ilgili pek çok gelenek vardır. Öbür taraftan da güvercin yetiştiriciliği var mesela. Kapadokya’daki güvercin yuvaları bağlara güvercin gübresi atmak için yapılmıştır. Günümüzde böyle gelenekler pek kalmadı artık. Fakat şimdi kuş gözlemciliği diğer aktiviteleri geçmiş durumda.

Cumhuriyet döneminde kim vardı ne vardı bilgisine ulaşamadım ama otuzlu yılların sonunda Prof. Kosswig’in arkadaşları ile ciddi araştırmalar yaptığını biliyorum. Atatürk’ün daveti ile Türkiye’ye gelen zoolog, genetikçi yani kuşçu falan değil ama o yılların şartları içinde Anadolu’yu ekibi ile birlikte epeyce gezmiş. Pek çok yeni tür bulmuş. Şu anda Anadolu’da yaşayan elliden fazla canlıya kendi soyadı verilmiş bir insan.

Saadet Ergene, Kosswig’in asistanlarından. Kuşlar konusunda ilk çalışmayı yapan oydu. Türkiye Kuşları kitabını Kosswig’e ithaf etmişti. Ben Kuş Cenneti’nde tanışmıştım Kosswig’le. Her yerden duyuyordum talebeyken. Kuş Cenneti’ne gelip, üç gün, bir hafta kalırdı orada. Ben Kuş Cenneti’nde görevliyken geldi, tanıştık. Hocalarımı sordu: “Ooo sen benim ilmi torunumsun, bu hocaları ben yetiştirmiştim.” dedi. Gerçekten de doğaya bütün olarak bakan bir ekip yetiştirmişti.

Fotoğraf: Mahmut Koyaş

Doğal Hayatı Koruma Derneği (DHKD) nasıl ortaya çıktı peki?

1975’te Birecik’teydik. Belkıs Acar geldi, Udo Hirsch vardı Alman, o WWF’den gelmişti. Oturduk, Türkiye’nin doğasının korunması için bir sivil toplum kuruluşunun hedefleri neler olmalıdır diye konuştuk. Gayet ciddi bir gündem hazırladık. Strateji gibi bir şey yani. Doğal Hayatı Koruma Derneği, gerçekte Birecik’te kuruldu.

Belkıs Hanım İstanbul’dan döndükten sonra kurucu olabilecek diğer isimlerle temas etti. Valiliğe başvuruyu o yaptı. Derneğin ismini o koydu. Salih Acar derneğin logosu olan kelaynağı çizdi. Ondan sonra onların Bebek’te Ehram Yokuşu’ndaki evleri, DHKD’nin İstanbul’daki ofisi, benim Ankara’daki evim derneğin ofisi oldu. Eşim gelen arkadaşlara ev sahipliği yapıyordu. Araştırma için gelenler de bizde kalıyordu. Mesela Udo, Belkıs’lar falan geldiğinde bizde kalırdı. Çok iyi ilişkilerimiz oldu.

Bu arada ilk kuşçular da belirmeye başladı. Kuşçular ama gözlemden çok koruma ağırlıklı çalışıyorlardı. Önce Uygar Özesmi benimle iletişime geçti. Sonra Ankara Fen’den Can Bilgin, Serdar Omay, Reşit Akçakaya ve Alparslan Kütükçü kuşlarla ilgili çalışma yapmak istediklerini bildirdiler. Biraz konuştuk, tanıştık. Onlara bir yaz Kuş Cenneti’nde bir yaz Sultansazlığı’nda çalışmak için imkan hazırladım. Bu arada İzmir’de Mehmet Sıkı ve Güven Eken ilk duyulan isimlerdendi. Samsun’da Barış Sancar vardı. Ankara’da Cem Orkun Kıraç, Sühendan Karauz ve Kerem Ali Boyla vardı sonra. İstanbul’dan Murat Yarar DHKD’ye gelmişti. İşte bunlar Türkiye’nin ilk kuşçularıydı benim bildiğim. Tabii daha başka isimler de var.

Fotoğrafçılığa nasıl başladınız?

Ortaokuldayken, Samsun’da bulunduğumuz mahallede Samsun radarında çalışan Amerikalılar vardı. Birisi görevini bitirip ülkesine geri dönerken fotoğraf makinesini satın aldım. Sağda solda, özellikle doğada fotoğraf çekiyordum. Sonra bir gün, lisedeyken nereden aklıma geldiyse, fotoğraf makinemi hazırladım. Gece saat 10’da evin damına çıktım. Kutup yıldızını buldum. Makineyi kutup yıldızına çevirdim. Deklanşöre bastım. O zamanlar stoplu deklanşör yoktu. Deklanşörü devamlı açık tutacak bir düzenek hazırlamıştım. Sabaha karşı 4’te tekrar dama çıkıp aldım makineyi. Bir arkadaşımın abisinin fotoğraf stüdyosu vardı. Orada banyo ettirdim. Tam beklediğim gibi, merkezde küçük bir daire etrafında halka halka ışık yolları vardı, dünyanın dönüşünden dolayı. Harika bir fotoğraftı. Bütün arkadaşlarıma gösteriyordum. Herkes çok ilgilendi. Başta kimse ne olduğunu anlamıyordu. Sonra o küçük ışık çizgilerinin gökteki yıldız kümeleri olduğunu söyleyince baya bir ilgileniyordu. Derken fotoğraf Samsun Lisesi’nde bir, iki gün içerisinde epey bir olay oldu, hocaların kulağına gitti. Astronomi derslerine matematik hocaları gelirdi. Matematik hocam baktı, fotoğrafı çok beğenip büyütmemi istedi. Ders malzemesi olarak duvara astı falan. Tabii, o benim için büyük bir motivasyon oldu.

Sonra Kürtun Irmağı Deltası’nı çekmiştim. Onu da coğrafya hocam çok beğendi. Yine çerçeveletip duvara astırdı fotoğrafı. Derken işte fotoğrafçılık bir yerde doğayla birlikte paralel olarak gitmeye başladı. Milli parklardayken de fotoğrafı hep doğaya destek olarak kullandım.

Doğa Koruma hareketi açısından Türkiye’nin şimdiki durumunu nasıl görüyorsunuz?

Eskiye nazaran çok fazla milli park var. Onun dışında doğal hayatı koruma parkları, rezerv sahaları hepsi sayısal olarak arttı. İyi korunan yerler de var ama genelde bir koruma zafiyeti olduğunu hissediyorum. Mesela Yedigöller Milli Parkı. Benim kuruluşunda çalıştığım milli parklardan biri. Burada geceleme için tesis sayısı arttırıldı. Oysa korunan alanın içinde insan faaliyetinin minumuma indirilmesi gerekiyor.

Dün Erciyes’le birlikte Sultansazlığı’nı gördünüz, şimdi su yok. Sultansazlığı’nı Devlet Su İşleri’nin elinden kurtardığımız zaman, 78 yılında, sulak alanları kurutmak için Türkiye’de üç yasa vardı: Bataklıkların Kurutulması Hakkında Kanun. Korumak için hiçbir şey yoktu ama buna rağmen kurtardık. Şimdi Milli Parklar Kanunu var, taraf olduğumuz Ramsar Sözleşmesi var, Tabiat Varlıkları Kanunu var, bir yığın kanuna rağmen durum böyle. Teşkilat daha büyük, birçok deneyimli arkadaşımız vardır muhakkak ama bilirsiniz fizikte bir tanım vardır, bir watt elektrik bir jule enerjiyi sonsuz uzağa götürmekle ölçülür. Yani bir ölçü koyduğunuz zaman sonuç negatif çıkıyor.

Yeni bir projeniz var mı?

Ankara’da Kalkınma Atölyesi diye bir yer var. Onlar benim özellikle yaban hayatı konusunda yaptığım çalışmaları kaleme almamı istediler iki sene önce. Öyle bir şeyler yazıyorum hayat hikayesi gibi. Daha doğrusu yazdım, verdim, şimdi editörün elinde.

Son olarak, Türkiye’deki genç doğa korumacılara tavsiyeleriniz var mı? Varsa bunlar neler?

Aslında en zor soru da o. Yani, bir kere Anadolu’nun dünyanın herhangi bir coğrafyası olmadığını bilsinler isterim. Anadolu, aynı büyüklükte Asya’da olsun, Avrupa’da olsun, başka bir coğrafyanın yapısı veya konumunda değil. Doğa olarak çok farklı. Anadolu’nun yabancı dillerdeki ismi Küçük Asya, yani bu Dünya’nın en büyük kıtası Asya’nın küçük ölçekte sergilendiği bir yarımada demek. Bir kıta özelliği gösteriyor. Bu akılda tutulması gereken bir özellik. Konum olarak iki kıta arasında üçüncü kıtaya da çok yakın. Üç kıta arasında Anadolu. Bunlar eski dünya kıtaları: Avrupa, Asya ve Afrika. Bildiğiniz gibi bu kıtalar arasındaki en büyük kuş göçleri Anadolu üzerinden gerçekleşiyor. Böyle bir coğrafyada yaşadıklarının bilincinde olarak, bu değerlerin sadece bizim değil, tüm canlıların ortak mirası olduğunu düşünerek hareket etmeleri gerekiyor.

Bir de bilgili oldukları kadar yürekli olmalarını da isterim. Mesela Güven Eken öyle birisi. Diğer arkadaşlarının da hepsi kendinden emin olarak inandıkları şeye sahip çıkıp onun için gereken her şeyi yapmaları gerek diye düşünüyorum. Bütün kaybettiklerimize rağmen hala elimizde olanlar çok güzel.

Söylediklerinizi genç arkadaşlarımıza ulaştıracağız Tansu Bey. Sorularımızı cevapladığınız, bize vakit ayırdığınız ve değerli sohbetiniz için çok teşekkürler.

Fotoğraf: Tansu Gürpınar

Röportaj: Kuş Sesi Yayın Ekibi

Bu yazı Kuş Sesi dergisinin ikinci sayısında yayınlanmıştır.

5 Comments for : Doğa Korumaya Adanmış Bir Ömür: Tansu Gürpınar
    • figen korun
    • 19 Ekim 2018
    Cevapla

    Tansu beye hem resimleri hem de çalışmaları için, ki kitaplaştırılması da çok iyi olmuş, teşekkürler. Ne kadar kıvanç verici bir yaşam öyküsü. Sağ olsun.

    • Atabay Düzenli
    • 19 Ekim 2018
    Cevapla

    Tansu Beyin ülkemiz doğasının korunması ve tanınmasında ki yeri ayrıdır.Unutulmadı ve unutulmayacak.Kabul ederse minnet ve teşekkürlerini sunmak isterim.Sağ olun.

    • Zübeyde Kocabay
    • 19 Ekim 2018
    Cevapla

    Değerlerimizi bizi aktardığınız yazı için tşk.ler.
    Tansu Gürpınar’a da emekleri içi tşk.ler.

    • Tansu Gürpınar
    • 22 Ekim 2018
    Cevapla

    Doğa Derneğine çok teşekkür ediyorum . Doğa koruma çalışmalarımı arkadaşlarımla birlikte yaptım . Bu değerli insanlarla birlikte çalışmış olduğum için kendimi şanslı hissederim. El ve gönül birliği bir işi yoluna koymak için gereklidir. Bugün Doğa Derneği içindeki dayanışma bunun güzel bir örneğini oluşturuyor.
    Sevgi ve saygılarımla. Tansu Gürpınar

    • Gürsel Özkan
    • 14 Kasım 2018
    Cevapla

    Doğa Derneğine değerlerimizi bizie aktardığı için
    Tansu Gürpınar’a da emekleri için teşekkürler syg.

Yorum Bırak

Change this in Theme Options
Change this in Theme Options